Playlist 2

Çarşamba, Mayıs 04, 2016

Yaşamak

Ne acı kocalmak ve ölmek kederi
Kırışıp yüzünden ve yüzeyinden yeryüzünün
En dibine gidecek olmak belki
Henüz belirmişken rahimde
İncecik parmaklar ve bir burun
Kıpırdanarak ıslak ve sessizce
Bilmek çekip gideceğini
Öyle atarak ceketini sırtına
Ya da gün doğumunda değil
Hiçbir gücü olmadan gidişinin
Uyanıp bir yaz sabahına
Böyle susamış,terli,hafif kapalı gözleri
Veya değil yükselirken tabanından denizin
Topraktan çömleklerde duyulacak sesin
Özüne gömülü binbir özün olacak
Ve sırtında giyemeyeceğin kadar ağır yükler
Taşıman,anlatman,yaşaman gereken yükler...

Ne acı kocalmak ve ölmek kederi
Yine de aşık olmak var serde
Ve midende sıcak bir çorbanın
Kuru bir çorabın içinde ayakların
Ve karışacak olmak bir çiçeğin özüne
Zeytin olabilmek mesela ardı sıra bahçelerde
Ki hatta dost edinebilmek bir ağaçken
Bir değil,çokken derininde herşeyin
Kanı taze dökülen minik bebeğin
Kedere gömülmüş yaşlı bir çehrenin
Gözünde gizlidir yaşamak.


                                                                               
                                                                                                       Rüzgardanadam
                                                                                                       İstanbul,5,2016





 

Perşembe, Mart 17, 2016

Aşağı Yol



Var elbet bir zamanı hepimizin en iyisinden.
Herşeyin en canlı gözüktüğü gözümüze
Suların en ışıl ışıl ve
Toprağın en az çamurlu olduğu
Ulaşmak için bir yere en az zahmetle,
Dokunmak için özlemle,
Ağlamak için gürültüyle,
Saklamadan hiçbirşeyi
Ve en güzel mevsimin yaz olduğu genelde
Var,hatırla,biliyorsun
Düşmüyorsa hatrına şükür,şimdi yaşıyorsun.

Pek sonra düşecek aklına ya o anın işte o an olduğu
Ne yazık rengi soluk diye bileceksin,
Ve tadı kaçık diye
Ayırt edeceksin şimdiyi geçmişten
Rüzgar ya üşütecek ya da bilemeyeceksin üşüdüğünü
Üstü açılmış uykulardan,ismi hep saklanan
Yarım bırakılmış günlüğünü
Kaldırıp atacaksın.
Düşmüştür acısı şimdiye
Düşmediyse ne mutlu hepsini unutacaksın.

Söylenir mi bilmem
Başıboş karanlığa doğru anlatılır mı,
Kimseye dokunmayan çocukluğum
Renginden bahsetsem ne yazar bahçelerin
Kaçında bittiğini tepelerdeki zeytinlerin
Ve hiç görmediğimiz halde başı ufaktan ezilecek yılanları
Toprağa korkumuzdan oturmadığımızı
Az ileride su var oradan içersiniz
Doldurup avucunuzu,damlalarla süslersiniz
Hiç bitmeyeceğine eminken
Birden kesildi çeşmenin suyu
Alır beni yol üzerinden bir otomobil
Bırakır nereye gitmek istersem
Hiç düşünmeden.
Ah ne güzel,hiç düşünmeden
Hiç düşünmeden sesi ağaçların
Selamını almak ölü adamın
Ah,hiç düşünmeden...



                                                                                                       Rüzgardanadam
                                                                                                        İstanbul,3,2016






Pazar, Mart 13, 2016

Adımlarım

Bu sefer yetişmeliyim hızına dünyanın
Hiçbir kelimemi yanlış basmamam gerekir
Ne yana dönsem biliyorum keskin dişleriyle
Bir düşman karşılayacak beni
Hepsinin bir ismi var ezberimizde
Oysa anlamak için başlamamış mıydık konuşmaya
Mağaralarda yalnız ve sakinken gece
Önüme doğru yol alsam muhtemelen ayak izleri
Suçmuş gibi takip etmek ayak izlerini
Binlerce ses hepsi aynı anda istiyor aynı şeyi
Hiç birini istemediği halde çocuklar
Ayaklarımın altında ya ölü ya da ölümün sınırındalar
Varsayalım ki geri döndüm
Ki benle birlikte çok da geri dönen gördüm
Vazgeçip geri dönmek varmı insanlığın sıfatında
Yoksa geri dönecek kadar ileri mi gittik
Bu mudur gidilebilecek en son yol,hayır.

Kanlı ve çamurlu ayak izleri devam ediyor
Balçıklarla sıvanmış bedenler var ilerisinde yolun
Haberleri geliyor geriye dönenlerden
Hiç meyve bahçeleri gözükmüyormuş
Hiç çiçek açmıyormuş topraklarda
Sandığımız gibi değilmiş rengi maviliklerin
Dokunmuyormuş kalbine sözleriyle başka bir kalp
Artıyor diyorlar düşmanın sayısı
Kapı diplerinde küçük ayrık otları
Ne yana gitmeli şimdi sorsam bilir misiniz ?
Bu adresin tarifini verebilir misiniz ?
Hangi köşeyi dönünce başlıyor insanlık
Alay etmeden hangi saçağın altında konuşuyorlar
Hangi dumansız caddede çocuklar koşuyorlar
Uzun,geniş ve yeşil mi şu az ilerideki ağaçların dibi
Sol kolumuzun üstünde mi kalıyor hala günahlarımız
Ve cevabı olmayan sorular mı var sokakların her yanında
Durup dinlenmeli yol kenarında
Tekrar yola koyulmadan evvel
Hala varmış gibi yolumuz
Ve biz çizmiyormuşuz gibi var olan tüm yolları
Durup dinlenmeli.


                                                                                                   Rüzgardanadam
                                                                                                   İstanbul,3,2016                                                                                                                        



Pazar, Ocak 31, 2016

İki Çocuk İçin

Çok uzakta bir yerde
Bilmem hangi şehrin hangi sokağında
Parçalara ayrılmış bir coğrafyanın
Henüz alışılmış bir mevsiminin tam ortasında
Bloklara ayrılmış  mahallelerinden birinde
Doğrultup namlusunu bir çift göze
Bekleyen bir adam bir de kısa küçük ayaklar
Basmasını yere öğreneli aylar geçmiş
Titreyen küçük parmaklar
Soyunu muhtemelen bilmiyor
Belki kulağına çalındı göklerden bahsederken anası
Belki aklı oyuncağındaydı
Kırpıştırarak tozlu kirpiklerini
Namlunun ucuna bakıyor merakla
Öyle korkmuyor senin benim gibi ölmekten
Sıkılmış sadece biraz beklemekten
Sonra bağırıyor yine soyunu bilmediği adam
Babasını öldüren,anasını öldüren,kardeşini öldüren
Birkaç mahalle ilerideki arkadaşını öldüren adam
Bir ağlamadır kopuyor gözlerinde
Sıkıştığı taştan köşesinde
O anda medeniyetin hiçbir yerinde
Hiçbir geniş ve ferah odasında
Yüksek duvarlarla çevrili hiçbir sıcak binasında
Henüz kimseden yana olmayan ve
Henüz sadece dünayaya ait
Hiçbir çocuk gülmüyor.

Yakın bir yerinde bu sefer memleketimin
Gökyüzünden gidersen birkaç saat
Yeryüzünden,birkaç hafta
Eğer kollarında taşıyorsan evladını
Ve cebinde paran da yoksa
Birkaç yıl sürecek uzaklıkta
Duvarlarla çevrilmiş ismini çoktan unuttuğum
Medeniyetin ortasında bir şehrin biraz dışında
Durmadan koşan insanlar topluluğunun ortasında
Minik bir kız çocuğu ayakta bekliyor
Yakalayıp koltuk altından babasının
Herkesin koştuğu yöne doğru götürmesi için muhtemelen
Ya da onları çoktan kaybettiğinden
Anlamadan herkesin neden koştuğunu
Öylece bekliyor
Bu kadar uzağa koşmamıştı hiç
Hiç beraber koştukları bu kadar üzgün değildi
Hiç beraber koştukları bırakmamıştı yolun ortasında onu
Ve ağlamıyordu hiçbir çocuk dizini kanatmadıkça
Bir ağlamadır koptu gözlerinde
Dizini kanatmadığı halde
Orada bırakarak ailesinin hatırasını
Tam orada öğrenerek medeniyete karışmayı
Ardında kimin olduğunu bilmediği sınırı geçmeye koştu
Ve tam da o anda evlerinin girişinde
Saçaklarının altında binalarının
Ve şehirlerinin tabeleları önünde
Durdu tüm çocuklar
Çağırmadan kimse onları
İtelemeden sırtlarından hiçbiri
Girmedi evlerinden içeri


                                                                                                       Rüzgardanadam 
                                                                                                        İstanbul,1,2016






 

Salı, Ocak 12, 2016

En Uzaktaki

Belki görüyorsundur herşeyi
Gözüne çarpıyordur seninde
Sesi ulaşıyordur oralara kadar değil mi
Benimki de laf
Elbette ulaşıyordur
Görüyorsundur olanı biteni.

Koca bir kazanda binlerce isim var
Bazıları bir araya gelmiş,
Bazıları birbirinden çok uzakta
Saplayıp koca asanı ortalarına
Durun çocuklar kaldı aranızda
Diyebiliyor musun
Ateşler içindeki toprağına,
Mavi kadife sularından gönderebiliyor musun
Hangisi daha az inanıyor
Hangisinin inancının hangsinden çok olduğunu,
Bizim kadar iyi görebiliyor musun
Ve herkesi üzerinde barındıran sen 
Tahmin edebiliyor musun kimin kimden olduğunu.
Biliyorum çok uzun zamandır oradasın
Belki biraz sıkıldın
Gözünü dikip derin sessizliğe
Başka boşluklar düşlüyorsun karanlıkta dönmeye
Bizim için terk etmiyorsun da yerini
Az geliyor galiba artık bize 
Biz terk etmek üzereyiz seni
Önce benden duy istedim 
Herkes daha az oluyor herkes için
Azalıyor sesleri anlam veremeyenlerin 
Artık yeryüzünün her karışında bir fikir var
Hepsi mantıklı geliyor insanlara,tüm fikirler kadar
Ama unuttulur çocukların yaşaması gerektiğini
Ve hiç tanımayan birbirini
Adamlar savaşıyorlar.

Adamlar,kadınlar,çocuklar...
Biz diyebileceğimiz kimse kalmayıncaya dek
Hep uzakları,istemediklerimizi düşleyerek
Ve yavaşlatarak hızını azar azar senin
Savaşıyorlar.
Savaşmak için çok çirkin günlerde üstelik
Çocukların koşabileceği uzun meydanlarda
Henüz yarışı kazanmadan hiçbiri
Kaldırıp nerden geldiğini bilmedikleri
Silahlarıyla savaşıyorlar.
Gözünü dikip bakma artık derin boşluğun uzaklarına 
Senden başkası çözemeyecek belli ki
Daha hızlı dön,en hızlısından
Düşürüp silahlarını bulanana kadar başları
Sarılıp kucaklaşana kadar çocuklarla.



                                                                                                       Rüzgardanadam
                                                                                                       İstanbul,1,2016
 




Cuma, Kasım 06, 2015

Kimsesiz Şiir

Belime saplandı kaldı bir ağrı
Kalbimi sökecek meret yerinden sanki
Üstelik son sigaram paketteki
Küllük yine çok uzakta
Başucumda bir çöp kutusu var 
Ona vuruyorum,yere düşüyor külleri
Yalnızım üstelik öyle kuş,kedi,balık yok odamda
Almaya niyetlenmiştim bir ara
Bir türlü denkleştiremedim cebimle vicdanımı
Sokaktaki çocuklar mesela 
Açlar ben yanlarından geçtikten sonra hala
Bir şişe suyun parası var cebimde
O da helaya gitmeme yeter anca.

Öldürecek beni bu kalabalık
Biliyorum gözlerimin ortasından vuracaklar
Yağmur bastıracak sonra tüm şehre
Henüz güneşi dikmişken tepeye
Sadece ihtiyarlayınca alışılır bu havalara
Suyun,yemeğin bitince ya da 
Çok alkol dolaşıyorsa kanında mesela
Gökyüzüne bakarsın yerinde mi diye
Hiç bakmadıysan,bulutlara 
Nadiren de yıldızlara ayıp
Bu kadar aklıma düşmüşken
Suretini her yere çizen ressamlara
Sesini taşıyan rüzgarlara ayıp.

Hafiflemişken ağrı bari uyuyayım
Çok az şey kaldı uyurken hatırıma düşen
Bir resim var yatağın başucunda bir saatte tozlandı
Çerçevesi eskidi tahtadan parlak cilalıydı
Ne güzel şey görmek hala gece çökmüşken bile
Ah görebilseydin keşke nasıl kıvrandığını yatakta
Bir kısa boğazın ve ağzın boşluksuz
Yansıması pütürlü gölgeleri duvarlarda
Uykusuz dolanmaların çarşaflar boyu
Çok düşünmeyeyim bari hafiflemişken ağrı
Bastırır gene göğsüme üstelik oda havasızken
İyi geceleri olmalı insanın,çok öte gündüzden.



                                                                                                      Rüzgardanadam
                                                                                                      İstanbul,11,2015







Cumartesi, Eylül 26, 2015

Anlamak Yeniyi


Tıpkı eskisi gibi oldu
Eskiden gayrı neyimiz var elimizde
Eski sevgililer,eskiden sevilmeyenler
En eskiden başlıyor bildiğim tüm eksikler
Aynı noktaya varmak için dönüyor dünya
Eskiden olduğu gibi bulansın diye başlarımız
Tam da başladığımız noktadayız
Koşmak,zıplamaya eşdeğer bu yerçekiminde
Ağırlığınca eski var ceplerimde
Eskiden de az uzak durmak gerekirdi
Az çok merak ettiklerimizden
Kılıcın kılıç tutana öfkesi
Şimdi sahillere birikti
Kumda yüzüstü nefessiz
Eskisi gibiyken üstelik çocuklar,habersiz
Sakalları uzamış ne kavruk suratlı herifler
Çoktan o herifleri sevmiş kendini sevmez kadınlar
Sıçrayarak uzak denizlerden
Tıpkı eskisi gibi ölümü getirdiler
Senin bizim herkesin ellerinden
Taşıyamayınca bedenini dizlerinin üstüne
Çöküp kalan yüz yıl önce
Gene meçhul ölülerdi
Öleceğini anlamadan yok olmak
Başlamak acıkmamaya,düşünmemeye
Öfkeye değil doğuranlara hükmetmemeye
O anda bilmeden başlamak çürümeye
Bir bıçakla,kurşunla ya da kör bir atomla
Hala bilinen en büyük suç,tıpkı eskisi gibi
Oluk oluk akan yağmurda,kanda 
Ben henüz yokken dünyada ki gibi aynı şiddette şimdi
Beşeriyetin medeniyeti yarin yanağında gizliyken
Eskisi gibi oğlunda aranıyor insanın,insanlık
O mahkum,o makus,o talihsiz oğlunda
Kılıç taşıyan,kan döken,demir döven
Silah karası,kanından davalı,el öpen
Yok sayan,çok bilen o insanoğlunda.


                 
                                                                                                   Rüzgardanadam
                                                                                                    İstanbul,9,2015




Pazar, Ağustos 23, 2015

Yolun Ortasında

Bu sefer öylece geçmeyeyim
Aklımdayken kara bulutların hızı
Ondan da yavaşken henüz tekerlekler
En arkasında yaşamanın
Yine de takip ederken hala yaşamayı
Öylece geçmeyeyim bu manzarayı
Hiç kimselere anlatayım
Hiç kimseler hiç kimselere anlatsın.

Uzun karanlık yollar tanımıştım
Yürümüştüm tozlarını savurarak
Yol kenarı insanlarını uzaktan seyretmiştim
Bir tarafı ya denize bakardı geçtiğim yolların
Ya da suretine babamın
Öylece geçmeyeyim
Sarkıtarak başımı pencereden
İlk nefesimi aldıran gene babamdı
Ben sarkıttıkça arabadan başımı
Hızlandıkça hızlandı
Sonra çekti içeri beni annem
Henüz bir arabada 
Arkada oturduğum zamanlardı
Sonra ben kapıyı çarpıp gittim
Terk ettim yaşıtım arabayı
Ne ayaklarım sığdı ne başım tavanına
Uçarcasına giderken yavaşlamış gibi geldi bana
Tüm bulutları geçerken,geride bırakırken
Tozlu,ağaçlı,güvercinli yolları
Aynada yarısı sureti babamın
Yeni aldım haberini tökezler olmuş
Ayrılmıyormuş kenarından kaldırımın.

Daraldıkça karanlıklaşıyor önümdeki yol
Ne sağımda deniz var ne solumda sureti babamın
Tüm bedenimi sarkıtmışım yola
Tutup çeken de yok beni içeri
Ağaçların arasında belli belirsiz gölgeleri
Aşağı köyün mezarlığı
Yolu taşlı,rüzgarlı evleri 
Çamura batmış ayakkabım
Yaşarır gözüm rüzgardan değil bu sefer
Uzunca bir yola bakacak benim mezarım
Hapsettiler çocukluğumu
Kaldırım kenarında duran 
Beyaz bir arabaya.


                                 
                                                                                                  Rüzgardanadam
                                                                                                   İstanbul,8,2015




Çarşamba, Ağustos 19, 2015

Yaşamak

Mümkün değil anlamak bu kavgayı
Öfkeyi,yanlışı,elimizin ağırlığını
Tutup indirirken yere yumruğumuzu
Sarsılacak sanmak ahmakça yerin
Anlamak mümkün değil
Hayret etmeden bakmak mümkün değil
O yer ki asırlar evvel
Çatırdayarak ufacık yuvasından
Tüm denizleri dolduran çukurlarına
O yer ki,sarı,siyah ve kırmızıyı doğuran
Her gidişinde dünyanın birkaç karınca boyu
Ve her gelişinde eski yerine
Dayanan,tüm kalan o yer ki
Anlamak mümkün değil
Nasıl değişir insan eliyle böyle
Nasıl daha yavaş döner ve nasıl
Acele eder göçüp gitmeye.

Mavilikler bulanmaya başlamadı henüz
Tüm balıklar terk etmedi ulu evlerini
Ağaçlar devrilmedi kütüklerini terk ederek
O kütüklerde sincaplar
Biliyorum hala yavrularlar
Çoğalır,azalır,susar ya da yanarlar.

Ne mutlu bize ağaçların da üstünde
Yaşayabilen ve ağlayabilen
Ölüm kederini hala taşıyabilen 
Ama hala öldürebilen bize ne mutlu
Gözlerimiz kapanacak mutluyken
Ve dökülecek üstündeki kaşlar
Sarı,siyah ya da kırmızı
Ve yok olacak yumruğumuz
Çiçeklerin içinden geçerken
Henüz kanımız doldururken ağaçları
İnsanlar soruyorum
Bu giysiler,sorular,akıllar ve kavgalar
Çocuklar,açlıklar ve yokluklar
Bizi bizden alan tüm bu sınavlar
Hepsi yok olurken
Karışırken taşlara hafızamız
Mümkün mü anlamak bu kavgayı.

Mavilikler bulanmaya başlamış rüzgarlarda
Balıklar sıçrayamasada evlerinden uzağa
Bir ulu kütüğün üstündeyim
İçi boş,sincapsız ve yavrusuz
Kızmış kumların üstünde
Suya bu kadar yakınken
Susuz ve yok olmuş öfkeli dünyanın
Ne mutlu üstündeyim.


               
                                                                                       
                                                                                                      Rüzgardanadam
                                                                                                       İstanbul,8,2015   




Cumartesi, Temmuz 25, 2015

Sabahın Beşi

Uyumuş gene
Kıvrılmış çarşaflar arasında
Serin ve yalnız uyumuş
Titreşen ışıklar altında
Ve unutmuş bakmayı denize
Çalmamış kapı,zil,telefon
Henüz ocakta yemek
Çaydanlıkta çay pişmemiş
Isınmamış mangalın közü
Toprakta hiç çilek bitmemiş
Uyumuş ikinci katında bazı yerleri hala 
Sarı kalabilen evin
Güneş kendi rengine benzetiyor
Ahşap pergoleleri
Kiremitleri çürüyor
Uyumuş sivri taşlı yola bakarak
Plastik pencereden
Göğsü bir çıkıp bir iniyor
Sıcak yükseltiyor 
Karşı tarladaki buğdayları
Gece yeniden alçaltıyor
Hep kısa saçlı kalan kadın
Hep anlamadığı özlemle
Hep aynı yatakta
Uyumuş bekliyor.

Anam düştü rüyama
Rüyamda uyumuş bekliyor.

Kapıdan gözlüyorum yaşamı
Kapı pervazında daha doğrusu
Henüz kapı dikilmemiş odama
Biri demirden diğeri tahtadan yatakta
Anam uyumuş,babam düşünüyor
Ölüm kokusunu almış bizim sitenin
Ya köpüren denizden
Ya da kulübesinin önünden bekçinin
Ağır ağır geliyor
Bağırıyorum uyumuş anam
Uyansın da çıksın tepeye
En üstüne evin
Sıcak betonuna terasın
Uyanmıyor.

Anam düştü rüyama
Rüyamda uyumuş bekliyor.

Şimdi ne denizler boyu koşmak
Ne ormanlarda dolaşmak
Ne keşfetmek uzun geniş kaleleri
Ne doldurmak ceplerimi
Sade o pervazdan seyretmek
Anamın alçalıp yükselen nefesini.



                                                                                                     
                                                                                                      Rüzgardanadam
                                                                                                      İstanbul,7,2015



Perşembe, Temmuz 02, 2015

Temmuz 1993

Savaş var sanırsın,mahallede
Gelip duysan şaşırırsın
Bir süre direndim kardeşim bu sese
Bağırışlara,haykırışlara,yükselen böğürmelere
Dayanamadım sonra bilirsin
Kalktım masanın başından pencereye gittim
Ellerinde bir ateş,küçük çocuklar
Neşeyle parlayacakken gözleri
Önlerindeki derin,palazlanmış alevi
Besledikçe besliyorlar.
Çevirmişler etrafını bağırışıyor,şakalaşıyor
Bilmem gene hangi evin
Kıştan kalma atılacak odununu
Yığıp sokağın ortasına,asfaltın üstüne
Bir güzel yakıyorlar.

Çocuklara emanet etmişler ateşi
Çocuklar yakıyorlar.

Üzüldüm kardeşim,
Neşeli ahalinin haline değil
Bilirsin neşelenmem ama ben
Bozmam neşesini de kederimle ki kimsenin 
Ben ateşe üzüldüm,
Birden yükselen ateşe
Adam sen de ateşe üzülünür mü
Çocuklar gülerken kederlenir mi insan

Çocuklara emanet etmişler ateşi
Çocuklar yakıyorlar.

Büyüdü şimdi hepsi,yürüyorlar
Altlarındaki asfaltı titreterek
Bankaların,okulların,heykellerin yanından geçiyorlar
Görmüyor musun kardeşim
Her biri koskocaman sakallı herifler oldular
Ateşlerini ellerinde taşıyor,yürüyorlar
Bir garip ahşap otele
Bir garip şaire,bir garip ressama,akıllarının tam tersine
Ateşleriyle koşuyorlar
Onları yakan ateş gökten geliyormuş kardeşim
Görmüyorlar
Cinayeti yaratan değildi yaradan
Koşuyorlar kardeşim kül etmek için şiiri
Gömmek için mezara özgürlüğü.
Vardılar sonunda.
İstedikleri gibi bir meydanda toplandılar
İlk hangi çocuk çakmıştır kibriti
Benzin döken şu esmer,kıvırcık oğlan mıdır
O ilk sıradaki küçük çocuk mu kül etti 
Merdivenlerde oturan üç şairi.

Çocuklara emanet etmişler ateşi
Çocuklar yakıyorlar.

Acımıyor,düşünmüyor ya da gitmiyorlar
Bekleyip öfkenin sıcağında
Hiç dinmeyecek bir açlıkla
Ateşi seyrediyorlar
Kaçan olursa avlayacak
Yanan olursa bakacak
Haykıran olursa daha yüksek haykıracak
Şiir yazan,türkü diyen,saz çalan olursa
Susturacaklar.

Dindi mahallede ateş
Karlı bir Cumhuriyet kentinde de dindi
Ayaklanıp koşmaya başladığı yerde özgürlüğün
Ateş bir kere yandı 
Sonra dindi
Söndürdüler insanlarla ateşi
Ve nerede duman yükselse o kentte
Ateşlerin arasından hala dizeler belirir
Yanıp tutuşan bedenlere hapsolmuş
Bir daha hiç çıkmayacak göklere
Kağıtlar dolusu dizeler.

Çocuklara emanet ettiler ateşi
Çocuklar o ateşte gene çocukları yaktılar.***


             
                                                                                                              Rüzgardanadam
                                                                                                              İstanbul,7,2015
  






***-Ya birimiz ölürse?
     -Kalanlar da ölenler için şiirler yazar.




Pazar, Haziran 21, 2015

Ve Anlıyorum

Ne kadar yazsam da harfler kelimelere dönüşecek güçte değil gibi.Bir şeye benzemiyorlar.Ayaklar altındalar.Onurları ve gururları yok.Herhangi bir şey de anlatmıyorlar.Tüm bunlara rağmen yazmak ahmaklığı bilmem bilir misiniz,yüzyıllardır süren bir iç savaşın bitmek bilmeyen ihtiyacı.Bu iğrenç ihtiyaç kavrulan bir susuzluğa serpilmiş birkaç damla su gibi etki bırakıyorsa da ancak böyle ıslanabiliyorum.O sebeple kabulleniyor ve yeniden,ezilmiş bir kabullenişin ardından yazıyorum.Ezilmiş çünkü karşı çıktığım neredeyse her şey bu kabullenişlerin arkasında yok olacak gibi.Bazı insanlar bir şeyler söylediklerinde,dinlememeniz,uygulmamanız ya da umursamamanız mümkün değildir.Ne derseniz öyle seslenin buna.Korku,nefret,sevgi ya da tecrübeye olan inancınız.Bozuk gözlerimin ardında şekillenen pütürlü resimler buna sadece kabulleniş diyor.

Öyle kişiler öyle şeyler söylediler ki yapmasam ayıp olurdu zaten.Karşı çıksam,hayır öyle ışık vermiyor güneş,çocuklar ölmeli diyorsun ama ölemez öyle,giysiler ne çıplaklığı engeller ne de tecavüzün gölgesidir insanlık namına desem,kalksam ayağa,tokadın tam da çarptığı yere dokunarak küfretsem,siz desem,siz bilmiyorsunuz bazı bilgiler bazı kafalara çok önceden eklenmiştir.Bunların sizde olmayışı kullanamayacağınızdandır.Yaşınızdan ya da bilgilerinizden değil.Sesim çıksa keşke.Bu ezilmiş kabullenişin ardında solup gitmesek.Uçuşan renklerimiz boyuyor gözlerimizi.Siyah ve gri tonlara bürünmüş bir dünya  tercih değildir.Hiçbir yazarın ya da şairin,ressamın ya da çocuğun tercihi değildir.Öyle kaçıyorlar ve öyle hızlılar ki bizden çaldıkları renklerin tonları henüz havada uçuşurken yok oluveriyorlar.Bizlerse dizlerimizin üstüne kapaklanarak yeni yaralarla boğuşuyoruz.Demem o ki,kimse sizden daha iyi bilmiyor yaşamayı.Güneşin rengini,mavi denizin kumsala dokunuşunu,sevmeyi ya da pişmanlığı sizden daha iyi bilmiyor.Kendi yaşam zerreciklerinde boğulurlarken size uzattıkları can simitlerini kendi kurtuluşları gibi görenlerin zalimliği sanıyorum bu yüzyılda can almaya eş değer.Olmayan hayatların ardında bakın onlar var.Sıkışmış tüplerin içinde gibi olanların,tertemiz gökyüzünde,ortasında ormanların,nefes alamayanların arkasında bakın bu renk çalıcıları var.

Her yazımın bir amacı olmasa da benden çıktıktan sonra kelimeler kendilerince bir misyon üstleniveriyorlar.Rahatsız da etmiyor beni.Çoğu zaman benden bağımsız ve gereksizler.Bugün de bir farkları yok ama asla ölmeyecek olanlar da bu ukala kelimeler oluyor.İnsanlar devrederken yaşamlarını bunlar geride kalıyor.Ölümsüzlüğün şişeye değil ama kağıda doldurulabilen bir hali bu.O yüzden bu kadar güzeller.O yüzden bir kumsalda oğluna hasretle sesleniyor şimdi Nazım,Valjean hala bir yerlerde kürek çekiyor*,nefret saçıyor Bukowski henüz yarışı kaybetmiş bir ata ve Orwell Londra da nemli bir mezarlıkta yatmıyor şimdi.Belki gene beş parasız ama hala hayatta ve rehin vermek üzere şu sıralar ceketini Paris de bir adama**.Bunu içimde en derinde hissediyor ve biliyorum.Ne değerse değsin artık kulaklarıma,kimin muhteşemliği dokunursa kelimelerle bana o anda sefaletini anlıyorum.Senin gibi benim gibi ve acı çeken herkes gibi sefaletini görüyorum.Acımadığımı söyleyemem.Acınası hali sefilliğinden gelmiyor.Aynı hizada duran çukurdan,kafasını çıkarabildiği için daha iyi olduğunu sandığından geliyor.Yaşamak ancak dokunabilmektir o çukura kimse göstermeden.Batabilmektir nefessiz kalana kadar.Sadece kendi ellerinizle savaşıyorken kurtulmak için aynı çukurdan,bu yardım,yardım sandığınız bu konuşmalar sadece sefilliğin bir başka hayattaki yakarışlarıdır.Korkaklık bu yakarışlardan sonra başlıyor.Adınız korkak olmadan ve süslenmeden sıfatınız sizi aşağılayan her şeyle bu anlamsız seslere son verin.Verin ki bir çukurdan diğerine geçebilin. 


*Valjean,Hugo'nun Sefiller romanının bir karakteridir.
**Paris ve Londra'da Beş Parasız,Orwell'in yaşamöyküsünü içeren bir romanıdır.




                                                                                                        Rüzgardanadam,6,2015
                                                                                                                 Denemeler
                                            




Çarşamba, Haziran 17, 2015

Yokluğum

Nasılsa uçmuş mürekkep
Kalın demirlerle kaplı kalemin içinden
Rüzgar dağıtmamış ya da
Tavuklar çalmamış
Çaldıkları her şeyi yiyen tavuklar
Öfkelenip sandallardan atlayarak
Alev alacak kadar sıcak
Denize bakmamış
Tam da söyleyecekken bunları
Mürekkep havalanmış
İzini bırakmış levhaya demirden
Konuşuyor,
İnsanlar değil ama kalemler
Satır satır,çoğu zaman bilmeden
Konuşuyor.
Ve onlar konuşurken
Alt mahallede gene kediler
Çöplüklerden çöplüklere zıplıyor

En az insan kadar kedi var
En az insan kadar çöp
Hepsi aç,en az insan kadar
Ben,en az insan kadarım
İnsan edemeyecek kadar az
Kedi olamayacak kadar çok

Kalemin içinden mürekkebi ya bahar aldı
Ya da hiç olmaz dediklerim
Bekledim ölmesini
Tepelerde ve yalnız ormanların
Duydum ölmüşler,devrilmiş kütükleri
Çamların sivri uçlarının
Toprak rengine bulanmış renkleri
Ve azalan ümit bağlamış yaşama
Kaybolmak istemiyorum bu çok bilinirlikte
En iyi düğümleri atmak
Bıçağı savurmak
Toprak altında kavrulmak ve
İstemiyorum taş seslerini
Mürekkebimi doldursun yine gözlerim
Ceplerime denizi,ağzımın kokusunu
Demir kapının özenişini tüm tahta kapılara
Hepsini doldurun
Ben yok olmadan henüz
Bir gün açık demirden renkli kalemimi de almadan
Hiç bitmeyen hatalarınız
Hepsini doldurun
Doldurun,
Ölene kadar yazayım.


                                                                                                      Rüzgardanadam
                                                                                                      İstanbul,6,2015

Pazar, Nisan 05, 2015

Aniden Doğru Söylemek

Yazmak zorundaydım.Affınıza filan sığınmıyorum.Her zaman olduğu gibi gözlerin gördüğü,kalplerin hissettiği ama bir türlü kelimelerin eşlik etmediği çirkinlikleri anlatıyorum.Diyorum ya sırf bunun için birazdan sözünü edeceklerim eğer suçsa affınız da beni suçlamanız kadar umurumda.Uzunca süredir şiirsiz yazıyı rafa kaldırdım.Rafa kaldırırken bir süre sonra,boyumun o rafa erişemeyeceği kadar yüksekte olduğunu anladığım da,sizin için önemi olmayan bir uzun hikaye yazmaya başladım.Fakat raf yeniden alçaldı ve gözlerimin gördükleri artık canımı acıtıyor.Evet artık benim de bu memleketin gidişatı için telaşlanan,sadece genç olduklarından her şeyi söylemeyi meziyet bilenlerden tiksinen ve kötünün iyisini iyi olmak zorunda olanlarla karıştıranlardan yana şikayetim var.Fakat tıpkı diğer yazılarıma yazarken kendimi yaktığım kelimeler gibi sizi de yakmasını umduğum kelimeler seçmeye çalışacağım.Affınızı sorgulamayın.Şimdi değil.

Genelde sadece görmem.Şüphe eden bakışlarım çok gerekliymiş gibi karanlık hisleri toplar etrafına.Sırf bu sebepten yazdığım ve bir daha da dönüp okumadığım çok yazı birikti.Şimdi birileri onları alev alev yaksa ateşinde ısınırım yalnızca.Fakat alev alev yanan yaşamanın altın kurallarını taşıyan,konuşmalarımızı ya da davranışlarımızı yönetmek yerine bize sadece yaşatan,bir bardak kahveyi acı,tatlı,sadık ya da uzakta hissettiren kültürümüz olunca ortaya çıkan ateş ısınmamız için ihtiyacımız olandan çok daha sıcak.Affınızı titretmeye başlamayın.Çünkü oradan yükselen artık hiçbir melodi,hiçbir ses vicdanlarınızın insani ve sıcak yerlerinden değil arsız,karaktersiz ve uyuşuk acımalarınızın pütürlü duvarlarından geliyor.Siz yazana ve konuşana,insan olduğu için diğerlerinden ayrılan insanlara,sağa sola gitmeyi sadece tercih etmediğinden nazikleri kabalaştıran affedicilere sesleniyorum.Belki gökyüzünün derinliklerinden kopup gelmemiş sözcüklerim olmadığı için mevzuyu en başından kaçırdınız.Belki size ateş dediğimde siz gazabı anladınız.Çoktan yaktı belki de bu kelime sizi fakat bir de benim değersiz ateşimin tadına bakın.Bir kereden bir şey olmayacak sandığınız günahlarınıza,insanoğlunu siz mahvetmeden önce yaşayabileceği zaten bir tek  yaşantısı olduğunu anlatmayı çok isterdim.Ölenin bir kere öleceğini,sevenin ömründe sadece bir kere öyle seveceğini ve bazı taşları kaldırırken bazı insanların terlemek zorunda olduğunu bilmenizi dilerdim.Kapattığınız kapıların insan zihninde sadece açık ve ışıltılı durduğunu sizinse o kapının ardından gelen bir parça nem olduğunuzu görün isterdim.Evet siz adı konulmamış bir hastalıksınız.Ardına sığındığınız sanal ampullerin altındayken ben ne mutlu insana dair gerçek karanlıkları görebiliyorum.Sizin reddetmek ya da kabul etmek arasında gidip geldiğiniz fikirleri ben kendime dizginler geçirmeden düşünebiliyorum.Ne anladıysanız kenara atın.Ben insanın yaptığı hiçbir kuruma bu denli öfkelenmem zaten.Yok olma fikrinin derin acısının altında dokunarak açabildiğimiz iletişim araçlarından çok daha fazla gerçek var.Tıpkı küçükken cisimlerin sertliklerini ayırt etmek için cisimlere sadece dokunmak çözümünü bulan bir çocuktan artık farkımız yok ve unutulanların artık yaratıcısını da kovalayıcısını da unutuyoruz.Yanan kitapların sade isimleri değil artık neden yakıldığı da uçtu gitti kafalarımızdan.

Affetmek için buraya kadar sabreden herkese teşekkürler.Fakat muazzam ölçüdeki aflarınızı hala ve hala istemiyorum.Bu yüzyılı ve onun insanı içine çeken,birden en büyük ihtiyacımıza dönüşen derin sosyalliğini,siyah ya da beyaz olmaktansa gri kalanları taşlayan gözümüze batırmak için bizi uykularımızdan uyandırdığınız  inançlarınızı ve sürekli acı çeken karakterinize nasılsın diye soramadığınız akıllarınıza saklayan aflarınızı.Medeniyet ihtiyacını anlatan her kağıt parçasına,her dil kıvranışına ve her soruya selam olsun.



                                                                                               Rüzgardanadam//Mart 2015
                                                                                                     Benim için Gündem




Çarşamba, Mart 18, 2015

Uyandığımda

Ben pencereyi yaz geldi diye açtım,
Sokağın karşısındaki meyve ağacı
Meğer safi dikenmiş
Meyve verir diye üç aydır
Pencere önünden gizliden baktım
Sonra en az ağaç kadar yüksek
Üç adam,bir çocuk
Kestiler kopardılar
Biliyor musun,ham meyveye meğer
Bıçak yaraşırmış
Kaleme kağıt deselerde
Sivri bir karanlıkla  nefes de can da 
Alınırmış
Söz vardığı yere su serpmediğinde
Tüm alacağı yolu istemeden de olsa
Yakarak dolanırmış
Su içmek kadar biliyorsan yaşamayı
Boğazına takılınca damlası
Öksürmek gülünç,tıksırmak ayıpmış
Sen,ben gördüm biliyorum bazen duyuyorsun
Koşuyor,yoruluyor,esniyor,ağlıyorsun
Herkesin ortasında herkes kadar olmak
Korur aynı zamanda kovalarmış
Olmadan daldan kopan meyve
Ağacın nefreti değil sade kendine benzeyen
En mutlu evladıymış
Hiç görünmeyen karanlıkta biliyorum artık
Uyumadan önce düşünü kurarmış
Ucuz sokak lambalarının
Her şey geçer gibi geldiğinde gelmesi gereken
Gitmek için hazırlanırmış
Terk edilen sensin sanırken bavullardır
Köpeklerin kovaladığı kediler değil
En önde koşan farelermiş
Gün sabaha her yerde dönmez
Aydınlansa da asfalt,
Suyu ilk içtiğin yer kadar ışımazmış
Adımların aslında ölümün yolunu arşınlar
Gençken hızlı olur sonra zamanla ufalırmış
Yaşam mumlarda beliren hayaletler kadar gerçek
Ölüm mum ateşinde sallamayı unuttuğun parmağınmış
Suyun soğuğundan beri,
Üşüdüğünden beri yorgan serinliğinde
Betonlar ayak bastığın tahtalara dönüştüğünde
Neden bunca anahtar varmış öğrendiğinde
Gözün ufka değil,geçmişe bakarmış.



                                                                                            Rüzgrdanadam//Mart 2015
                                                                                                          İstanbul

Pazartesi, Şubat 09, 2015

Kadıköy

Yine ıslandı her şey
Yine kokusu yok oldu çimenlerin
Semtin üstüne binen şey
Ne yağmur bıraktı,ne de yıldız
Ruhunu aldı mahallerin
Ben ki severken soğuğu
Gene cenazesini kaldırdılar adını bilmediğim
Mabetlerden,şarkıların.

Islanmak ya şemsiyelere ayıp ya da otobüslere
Dolmadan kalkan dolmuşların
Işığına ayıp jetonlar
Göstermeden geçmiyor gözlerini
Tuvalet diplerinde sarı siyah kartonlu çoçuklar
Ben adımlarımı hesaplayamam 
Hiçbiri birbirinin eşi değil
Bir gün ki nefes odanın dumanında
Diğeri akan saçlardan
Evim sıcaktı evim olmadan önce
Yaşamak için betonlar arasında para vermek
Ağaçlara biraz da işçilere ayıp
Uzayan kış takvimlerde yerli yerinde
Anamın sesi ucunda ahizenin
Kollarım penceremde
Bitsin diye beklemek yazı,korkarım
Unutulan bahara ayıp
Umudu çoğullaştıran her şey aslında fakirdir
Ölümden korkan herkes şarkı söyler
Ve herkes bir kez de olsa ömründe
Şarkı söylemiştir.

Yine ıslandı her şey,
Gene sonu göründü sokağın
Kar düşmese de kaldırım kenarına
Yalancı yağmurlar bindi yazı bekleyen çocuklara
Ne zaman insem diyorum merdivenlerden
Anahtarını bulamıyorum aklımın
Semtin zemin katında.


                                                                                            Rüzgardanadam//Şubat 2015
                                                                                                           İstanbul

Salı, Aralık 02, 2014

Kaçtayız

Anam elli yaşında,babam altmış
Biraderim desen
Yirmisekizinci senesini yeni çöpe atmış
Sevdiğim yirmibir
Birikeli gözünün damlaları elime
Toplasan bir yıl olmuş
O güvercini toprağa on sene evvel gömdüm
Acısı boğazımdan geçeli
Bir ay olmuş,olmamış
Bir elin parmaklarının gene bir elle sayıldığını
Yan yana eklenince sayıların
Aynı acılar gibi çoğaldığını
Top oynayan çocukların saymayı
Birbirlerinden çaldıklarını
Artı diyince hayatın bir yumruk daha katıp
Eksi diyince toplamından alacağını,
Fark ettiğin ne varsa
Anlayalı henüz günler geçmiş.

Baksan bir saat olmadı doyuralı karnımı
Nasıl bir açlıksa içimizde biriken 
Resmen havayı emiyor kalan zamanımız 
Nemini söküyor odaların
Yeni ısıtmıştım halbuki yatağımı
Henüz dakikalar olmadı
Soğuk dolmuş gözkapaklarıma
Sevişeli yalnızlıkla uzun zaman geçmişti
Dokunalı rüzgara yön değiştirdi sanki
Saymasını biliyorsan şu saniyelerin
Kaç saat edeceğini hesaplayıver
Benim anlarım yetmedi.

Anam elli yaşında,babam altmış
Biraderim yirmisekizinide hepten bırakmış
Sevdiğime dokunalı yirmibir yıl oldu
Çocuklarım meğer asırlar sonrasına kalmış. 


                                                                                                Rüzgardanadam//Aralık 2014
                                                                                                                İstanbul






Cumartesi, Kasım 15, 2014

Şimdi Gelenler

Çok şey birikti diyemem.Son zamanlarda öyle elim vakalar gelmedi başıma.De ekinin yazılışını öğrendim ama bence çok gereksiz.Dahi anlamında da olsa dahil edemiyorsanız dahil olanların yanına kendinizi ayrı yazmaya da gerek yok.Ya da gerek var.Ne önemi var.Yükselen duman biliyorum kaybolmuyor.Odanın lambasına ulaştıktan sonra sanki barışır ya da buluşur gibi onunla yeniden birleşiyor belki de geldiği yere gidiyordur.Pencere kapalı.Dışarı da duman zaten.Gözkapaklarım ağırlaşsın diye bekliyorum.Birşeyler okuyunca benim de herkes gibi uykum geliyor artık.Başlarda buna üzülmüştüm ama şimdi öyle güzel kullanıyorum ki bu özelliğimi artık uykumu zihnim değil kelimeler yönetiyor.Uyanırken biraz problem çıkıyor sadece.Ayıldığımı hissetmeden yaşamaya başlıyorum.Yarım bıraktığım kitaba devam eder gibi.Kitap bitmiyor.Uykum geliyor.Kanlanan gözlerim betimlenen her ovayı,denizi,çölü ya da insanları öylesine anlamsızca takip ediyor ama bunların hiçbiri sizi ilgilendirmez.İmla kurallarını doğru yaptığım sürece hiçbiri umrunuz da olamamalı.Belki ki ekinden bahsederken önünde bir çizgi olmalıydı ama konuşan herkese verilen o konuşma çizgisi benim repliklerimde yokken bunu hak etmediğini düşünüyorum cümlelerimin.Yani sözlerim bu kadar metnin içine gömülmüşken dedi ile bitmeyen her cümleme bir konuşma çizgisi gereksiz,çoğu zaman benim konuştuğumu bile anlamıyorken hayali muhattaplarım.

Ard arda değişmeyen fikirler ve yalnızlıklar yerini heyecansız benzeyişlere bırakıyor.Ben de artık bir zaman sonra değişenlerdenim.Şaşırıyorum mesala birkaç yıl önce düşündüklerime.Hiç gelmemişti başıma açıkçası biraz şaşkınım.Küçümsemek kendini önceki yaşamlarında şu anı da kaybederek yaşamak değil mi.Gene soru işaretini unuttum ama geriye dönmek mümkün değil birşeyi soramadığınız anda.Neden diyememek soru soramamak değildir.Belki nezakettir ama onunda mevsimi değil be kardeşim.Yağmur yağdığında daha nazik oluyorum.Adam akıllı da bir sulanma olmadığına göre göklerin gözlerinde,ben artık nazik felan değilim.Diyorum ya değiştim.Huyum suyum felan,vazgeçtim huylu diyenlerin gördüğü huylarımdan.Bu arada yemeğin yanında verilen o küçük mezeler var ya bence küçük ve çabuk bittikleri için yemekten daha lezzetliler.Bazılarımız yemekleri daha güzel göstermek için dünyaya gelse de lezzetli de mi olamazlar canım.Olurlar tabi.Müsade edin de bunla övünsünler.Temiz olmaları zaten umrunuz da değil.Bırakın bari sevinsinler.

                                                                                                
                                                                                         Rüzgardanadam//Kasım 2014
                                                                                                       Denemeler

Pazartesi, Ekim 13, 2014

Olamamak Karınca

Taşar,taşar taşmaz sanma deniz
Merhaba elvedadan önce
O gördüğün suların sonu var
Üstelik öyle sandığın gibi değil tertemiz
Kıyılarda bolca taş var,bolca yengeç
Ay ışığından başka yok ışık
Kumları yapışır giysine
Ayaklarına da bir sürü pullu yüzgeç
Sen göremiyorsan ya ufkun sonunu
Oraya kadar gidecek takatin de yok malum
İki deniz arası kumsal üstünde tuzlar
Ortada bir kaya üstünde kaldım
Tam bana ulaşacakken bir balıkçı
Denizde kaptılar koca balinayı
Merhaba elvedadan önce
Anlatacağım sırası gelince
Şimdi denizler kadar büyükmüş gibi
Yokmuş gibi bir bardak suyum
Suları anlatacağım.
Zaten gecikeli çok oldu ışıması suların
Hatta bazı denizler duydum
Kaynayarak evi olmuş ölü balıkların
Kıyıya vurmadan ölmek ne utanç verici
Bir levrek için değilse bile
En azından köpek balığı için yani
Ölünce köpek balıkları bakınız
Bütün denizler güvenli
Artık tüm çocuklar yüzebilir şamandıralarla çevrili
Büyük göllerimizde
Merhaba elvedadan önce
Kusura bakmayın yatıya kalır gibi oldum
İki yastık istedim ama ona da kızmayın
Biri başımın altına diğeri de bastıracak
Gece boyunca göğsümün üstüne
Nefes aldırmayacak gene başkasının evindesin diye
Sulara atlamalı henüz tüm köpek balıkları ölmeden
Yoksa söylemiş miydim,hatırlayamadım madem
Son kez merhaba elvedadan önce
Aşık olmayı en iyi karıncalar gizler
Toprağın altında olduklarından değil
Olmadığından ellerinde suskun beklemeler
Azken yaşamaya süre bu kadar
Sevdiğimden değil ciğerimi doldurmayı
Sıkıştığından sürekli randevular
Azalıp giden şey yaşamak
Elveda merhabadan sonra
Üç merhabadan bir elveda yapabilen herkese selam
Kolay değildir çoğu zaman.



                                                                                                 Rüzgardanadam//Ekim 2014
                                                                                                               İstanbul




Cumartesi, Ekim 04, 2014

Kırmızı

Her şey ne kadar zamandır neye nasıl baktığınızla alakalı.Ruhunuzu kemiren acılar tamamen bakış acısının ızdırabı.Yıllar önce denmeyecek kadar kısa,hatırlanmayacak kadar uzun bir zaman önce,içlerinden okumadıklarım olduğuna neredeyse emin olduğum bir düzine kitap pis ve yağlı saçlarıma,tahta masamın yanık izine,pencere kenarında bekleşen damlalara bakardı.Onlardan ayrılırken bir söz vermemiştim.Genel de cansız nesnelere söz vermem.Canlılara verdiğim sözleri de çok tutmam ya zaten.Hoşçakalın dememiştim.Şöyle bir dönüp bakmadım ayrıldığım eve,kedilerin kusabildiğini öğrendiğim bahçeye,kimin yaptıdığını hiç hatırlamadığım yoğurt beyazı kapıya hiç bir kere daha dönüp bakmadım.Keşke baksaydım da demeyeceğim.Olay bu işte ben o evden geri dönmemek üzere ayrıldığımda bakışım denizlere ve ufka doğruydu.Yelkenlerin açıldığı dalgalı denizlere ölü bedenlerin solukları can verecekti,kelimeler yüzecekti.Söylediğim her yalan doğru çıkacaktı.Söndürdüğüm her ışık yanacaktı.Kaybettiğim sandıklarım yanıbaşımda bitecek,yanlış bildiklerim herkesin doğrusuna dönüşecekti ama oyunlar hep gözkapaklarımızda oynanıyor.Gözkapaklarımızın ardına düşüyor gölgelerin yansımaları.Sevgisizlikler,doğrulmalar,unutulanlar hep orada bitiveriyor.Emin olun emin olmayınca hiç de mutlu olamıyor insan.Kalabalığa faydadan kimseye fayda yok.Kalabalığa bile.Ne kadar zayıfız,İsterdim ki seçtiğim kelimeler zayıflığı anlatsın,kelimem sadece zayıflık olmasın ama başka tamamlayacak birşey yok bu manayı.Ne kadar zayıfız.Ayaklarımız eğer her an tutmaya yetmiyorsa bedenimizi,kalbimizin hızına hakim değilsek,kollarımızın hareketleri batıyorsa en sevdiklerimizin gözüne,bildiğiniz halde herşeyi yine de yalnızsanız ne kadar zayıfız.Ölmek ne kadar iyi bazen,Saçmalıklarımın sonuna gelirken okuyan herkesten özür dileyerek bir şeyden daha bahsetmek isterim.Eğer bir yerde sizi seviyor taklidi yapan birisi varsa,bırakın rahatça icra etsin oyununu.Rolünü çalmayın.Repliklerine müdahele etmeyin.Bu bir oyunsa amaç sandalyelerin rengini görmemektir.Oyuncular giderse salon boş kalır.O zaman kırmızının renk olmaya en çok yakışan şey olduğunu anlarsınız.Anlamak o anda iyi değildir.Bırakın oyun devam etsin...


                                                                                                                 Rüzgardanadam//Ekim 2014
                                                                                                                               Denemeler